“Sağlıkta Dönüşüm”den Covid-19’a – Emre Kırmızıtaş*

tarafından tdh
0 Yorum Yap

Covid-19 pandemisi ile geçen bir yılı geride bırakıyoruz. Yazının hazırlandığı günlerde Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre seksen milyondan fazla doğrulanmış toplam vaka ve iki milyona yaklaşan ölüm sayısıyla gittikçe ağırlaşan salgın tablosu, sağlık hizmetlerinden aşı çalışmalarına, eşitsizliklerden tedavi yöntemlerine kadar sağlık alanındaki birçok tartışma başlığının yakıcı bir şekilde geniş yığınların gündemine girmesine yol açtı.

Benzer tartışmalar Türkiye’de de salgının başından bu yana sürüyor. Daha çok paylaşılan verilerin doğruluğu, kısıtlamalar ve şimdilerde aşı çalışmaları üzerinde yoğunlaşan bu tartışmalar, kimi örneklerde ülkenin sağlık sistemini de kapsayacak şekilde genişleyebiliyor. Böyle durumlarda konu ister istemez Türkiye’nin sağlık alanında yaşadığı dönüşümlere uzanıyor; hem buradan sahte bir başarı öyküsü çıkarmaya çalışanlar hem de meseleye toplumcu bir perspektiften bakmaya çalışan bizler için. Bu nedenle pandeminin görünürlüğünü arttırdığı çok boyutlu sağlık krizini daha iyi kavrayabilmek ve bu durumu iktidarın krizine çevirmek için ortaya çıkan olanaklara değinmeden önce yaşanan “reform” sürecini kısaca hatırlatarak başlamak istiyorum.

“Sağlıkta Dönüşüm” Enkazı

2002 yılında yapılan genel seçimler sonucu iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, diğer bütün alanlarda olduğu gibi sağlıkta da sermaye lehine kapsamlı dönüşümler gerçekleştirmek için hızla çalışmalara başlamış, politika paketinin adını koymuştur: “Sağlıkta Dönüşüm Programı” (SDP). SDP’nin kendilerinin özgün bir programı olduğu söylemini bugün de tekrar etmelerine rağmen sağlık alanındaki piyasacı saldırıların başlangıcını 1980’lı yıllara kadar götürmek mümkün. Dünya Bankası’nın koordinatörlüğünde 1986 yılında yapılan “Türkiye Sağlık Sektörü Araştırması” bu anlamda somut girişimlere verilebilecek ilk örneklerden birisidir. Daha sonraları Devlet Planlama Teşkilatı aracılığıyla planların oluşturulması, bakanlık bünyesinde koordinatörlüklerin kurulması, çeşitli yasa taslakları (aile hekimliği yasası gibi) hazırlanmışsa da 2000’lere gelene kadar sağlık alanındaki neoliberal saldırılar emekçiler tarafından önemli ölçüde püskürtülebilmiştir (1). AKP iktidarı sonrası başlayan yeni saldırı dalgasına ise aynı düzeyde bir yanıt verilememiş, 80’li ve 90’lı yıllarda tasarı olarak kalan birçok düzenleme 2002 sonrasında yürürlüğe girmeye başlamıştır.

Böylesine kapsamlı bir saldırı açıktan bütün niyetler gösterilerek yapılamayacağı ve halkın bir kesiminde rıza oluşturmak gereksinimi olduğundan, söylem düzeyinde birtakım aldatmacalar bu piyasacı dönüşüm paketine eşlik etmek zorundaydı. O dönem bakanlığın yayınladığı rapordaki SDP ilkelerinden bazılarına bakalım: Sürdürülebilirlik, sürekli kalite gelişimi, insan merkezlilik, katılımcılık, gönüllülük, güçler ayrılığı… Kim bu ilkeleri reddedebilir ki? Veya aynı raporda geçen yaygın, erişimi kolay ve güler yüzlü sağlık hizmeti, bilgi ve beceri ile donanmış sağlık insan gücü gibi kimi temel bileşenler (2); hayır, biz düşük motivasyonlu sağlık insan gücü istiyoruz diyebilir miyiz? İşte bu tür aldatmacalarla bütün bir sağlık hizmetleri altyapısı hedefe konmuştur.

Bu şekilde azımsanmayacak ölçüde toplumsal rıza üretebilen AKP, radikal olarak niteleyebileceğimiz adımlar atmaya girişmiştir. Sağlık ocağı sistemi olarak bildiğimiz birinci basamak sağlık hizmetleri yerine sosyal açıdan daha zayıf, liste temelli aile hekimliği sisteminin getirilmesi, devlet hastanelerinin yerine (bir yandan özel işletme gibi organize edilerek) özel sağlık kurumlarının teşvik edilmesi, sağlık hizmetlerinin finansmanında sermaye lehine yapılan değişiklikler ve performans sistemi, sözleşmeli çalışma, taşeronluk gibi çalışma modelleri ile sağlık emekçilerinin güvencesizleştirilmesi bu önemli adımlardan bazılarıdır (3). Bunlara paralel olarak sağlık hizmetlerinin metalaştırılması, hastaların müşteri olarak görülmesi, kurum içi ve kurumlar arası rekabet, ekip çalışması yerine hekim odaklı çalışmaya geçilmesi gibi başlıklarda da hız kesmeden düzenlemeler yapılmış, kimi zaman iknayla kimi zaman “sopayla” bunlar uygulanmaya başlanılmıştır. Halk sağlığı açısından ise hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunarak geliştirilmesi yerine hastalık oluştuktan sonra tedavi etme yaklaşımı başat hale getirilmiştir. Hatta geldiğimiz noktada bu girişimler hasta garantili hastanelerin açılmasına kadar vardırılmıştır. Nihayetinde, bugün neresinden tutsak elimizde kalan Covid-19 süreci bu dönüşümlerin bir sonucu olarak yaşanmaktadır.

Covid-19 Salgını

Resmi olarak ilk vakanın duyurulduğu 2020 Mart ayıyla birlikte Türkiye’de Covid-19 sürecinin başlaması, SDP boyunca birikmiş ve bir şekilde bugüne kadar hasıraltı edilebilmiş sorunların bütünüyle ayyuka çıkmasına yol açmıştır. Bunları tek tek açmak yazının sınırları bakımından mümkün değil fakat en önemlilerinden birisi olan birinci basamak sağlık hizmetlerinin salgındaki durumuna değinmemek olmaz. Covid-19 gibi salgın hastalıklarla mücadelenin en temel bileşeni olması gereken bu birimler SDP kapsamında yaşanılan dönüşüm neticesinde gerekli altyapı ve çalışma düzenine sahip olmadığı için salgınla mücadelede son derece etkisiz kalmışlardır. Hatta bırakın salgınla mücadeleyi, rutin faaliyetlerinde bile ciddi aksamalar meydana gelmiştir. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde yaşanan bu eksiklikler geçici görevlendirmelerle asıl işi bu olmayan çok çeşitli branşlardan emekçilerle kapatılmaya çalışılmış, yine aynı nedenle salgın mecburen hastanelerde karşılanmıştır. Elbette bu yetersizlikler hepimizi doğrudan etkilemiş, önlenebilecek kayıpların yaşanmasına sebep olmuştur.

Ayrıca bunlara ek olarak benzer diğer olağandışı durumlarda (deprem, sel vb.) sıklıkla gördüğümüz kötü kriz yönetimi ve organizasyonel kapasitesinin yetersiz oluşu Covid-19 salgınında da bilindik manzaralarla karşılaşmamıza sebep olmuştur. Salgının Türkiye’ye görece geç ulaşmasına ve hazırlık için zaman olmasına rağmen hiçbir ciddi hazırlık yapılmamış, göstermelik kimi uygulamalarla bunca zaman heba edilmiştir. Yalanlar ve manipülasyonlarla bu açıklar kapatılmaya çalışılmış, halkın sağlığı yine hiçe sayılmıştır. Bugünlerde benzer bir süreç de aşılar konusunda yaşanmaktadır.

Şimdiden düşünmemiz gereken bir diğer önemli mesele de Covid-19 sonrası bizi bekleyen birikmiş sağlık sorunlarıdır. Yukarıda söylediğim gibi her yanından dökülen sistem birtakım yamalarla kurtarılmaya çalışılmış, birçok sağlık hizmet alanı esas görevlerini bu nedenle yapamamıştır. Rutin bağışıklamaların yapılamayışı, iş ve okul sağlığı hizmetlerinin askıya alınması, kanser taramalarının gerçekleştirilememesi, kamu hastanelerindeki ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin ertelenmesi gibi çok farklı sağlık hizmet alanında Covid-19 ile mücadele gerekçesiyle esas sorumluluklar yerine getirilememiştir. Böylesine bir “seferberlik” bari Covid-19 salgınıyla mücadelede sonuç verseydi diye düşünüyor insan ama gelin görün ki bozuk düzende herhangi bir çark tutmamaktadır.

Toplumcu Müdahale ve Olanaklar

Durumun kötülüğüne ve bunca olumsuz gelişmeye rağmen mücadele açısından önümüzde kimi olanaklar da belirmiştir. Yukarıda aktarmaya çalıştığım SDP kapsamında sağlık hizmetlerinde yaşanan olumsuz değişimlerin Covid-19 salgını vesilesiyle geniş toplumsal kesimler nezdinde görünürlüğünün artması ve resmî kurumlara karşı özellikle paylaşılan veriler konusunda güvensizliğin giderek derinleşmesi sağlık muhalefetine bir alan açmış durumdadır. Başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzerine sağlık emek ve meslek örgütlerinin bu süreçteki müdahaleleri toplumda karşılık bulmuş, toplumun azımsanmayacak bir kesimi doğru ve tutarlı bilgilere erişebilmek, tavsiyeleri alabilmek için bu kurumlara gözlerini çevirmişlerdir. Oluşturulan bu etkiyi genişletmek için topluma yönelik yeni seslenme kanallarının açılabilmesi hem daha fazla sayıda yurttaşın gerçeklere ulaşmasını sağlamak hem de Saray Rejimi tarafından sağlık emek ve meslek örgütlerine yöneltilebilecek saldırıları boşa düşürmek için oldukça önemlidir.

Sağlık emekçilerinin hak ve emek mücadelelerinde ise benzer bir başarıdan söz edebilmemiz şimdilik mümkün gözükmemektedir. Bazı hastanelerdeki tekil ve kendiliğinden gelişen tepkisel örnekleri (öğle arası yürüyüşler gibi) saymazsak sorunların basın açıklamaları ile teşhiri, ilgili kamu otoritelerine seslenme ve çoğunlukla bu sorunların sosyal medyada gündemleştirilmesi üzerinde yoğunlaşmış bir eylem tarzının dışına çıkamadığımızı teslim etmek gerekiyor. Elbette pandeminin sağlık emekçileri üzerinde yarattığı özel koşullar ve içinde bulunduğumuz baskı ikliminin etkisi bu noktada belirleyici fakat Saray Rejimi açısından yaşanan kırılganlığı lehimize kullanmak için dünyadaki örneklerden de yararlanarak eylem setimizi genişletecek hamlelerde bulunmak önümüzdeki önemli ve acil görevlerden birisidir. Örneğin salgınla mücadele eden sağlık emekçilerine moral destek amacıyla çağrısı yapılan alkışlamaların, sağlık emek ve meslek örgütleri aracılığıyla sağlık emekçilerinin taleplerinin toplumun sağlık ihtiyaçlarıyla örtüştürülerek protesto içeriği kazanması ihtimaline karşı apar topar iptal edilmesi bir ipucu olabilir.

Değerlendirmemiz gereken olanaklardan bir diğeri de sağlık alanına yönelik özelleştirmeler ve piyasacı dönüşümlerle eş güdümlü olarak yürütülen ideolojik saldırının salgın vesilesiyle bir ölçüde kırılmış olmasıdır. Dünya ölçeğinde baktığımızda salgının en kötü yönetildiği ve birçok parametreye göre halkın en kötü etkilendiği ülke olan Amerika Birleşik Devletleri örneği, SDP kapsamında da “maliyet etkinliğine” ve “verimliliğine” bol bol atıf yapılan piyasacı sağlık sisteminin böylesi bir sağlık krizinde toplumu nasıl çaresiz bıraktığının acı bir göstergesi olmuştur. Sağlık ve sosyal hizmetlerin büyük oranda kamusal altyapıyla sunulduğu ülke örneklerinde salgının kontrolünün daha rahat sağlanabilmesi ve yaşanan kayıpların daha düşük tutulabilmesi, bizlere de bir amentü olarak yıllarca yutturulmaya çalışılan “özel olan iyidir” anlayışının geçersizliğini tekrar ortaya koymuştur. Geniş toplumsal kesimler tarafından bu gerçeğin Türkiye’de de daha fazla anlaşılır olması, sağlığa toplumcu müdahale veya bir sağlık hakkı hareketi yaratmak için çeşitli imkanlar sunmaktadır. Elbette bunları hayata geçirebilmek için daha somut mücadele başlıkları ve uygun örgütsel zeminler de gerekmektedir; sözgelimi piyasalaştırmanın ve SDP’nin yarattığı tahribatın tersine çevrilmesi için mevcut olanı teşhir etmekle yetinmeyip birtakım kurucu pratiklere girişilmesi, sağlık hakkı mücadelesi ile ekonomik talepler arasında doğrudan bir ilişki kurulabilmesi için uygun zeminlerin yaratılması, farklı alanlardaki toplumcu deneyimlerin düzenli olarak paylaşılmasına olanak verecek koordinasyonların kurulması ve bunların sağlık alanına uyarlanması vb.

Bitirirken

Bir anekdot ile toparlayalım. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 2005 yılında basına yaptığı bir açıklamada “Sağlıkta Dönüşüm Programı” çerçevesinde bakanlık ve sağlık örgütlenmesinde yapacakları değişimleri “kürek çeken değil, dümen tutan bir teşkilat” olarak özetliyordu. Bu değişikliklerle hantal ve işlemeyen mevcut yapı geride bırakılıp “çevik, dinamik, sektöre öncülük eden” bir örgütlenme kurulacaktı (4). Aradan geçen 15 yıla ve özellikle ülkemizde birinci yılını doldurmak üzere olan Covid-19 salgınında sergilenen performansa baktığımızda, ortada ne küreğin ne de dümenin kaldığını, “çeviklik” ve “dinamiklik” bir yana, sağlık sisteminin paralize olduğu ve sağlık emekçilerinin üzerine çöktüğü bir durumla karşı karşıyayız. Her gün yeni sağlık emekçileri kayıplarıyla, başka bir skandal ile karşılaşıyoruz.

Fakat enseyi karartmaya lüzum yok. Türkiye’de “Sağlıkta Dönüşüm Programı” olarak bilinen neoliberal saldırının başlangıcından günümüze yaşadığımız dönemi kıyas aldığımızda, bugün sağlık alanına yönelik toplumcu müdahaleler için olanaklar oldukça artmış durumdadır. Hepimiz için artık ötelenemeyecek bir ihtiyaç halini de alan bu durumu iyi değerlendirip enkazı kaldırmamız gerekmektedir. Çünkü süreklileştirilmiş bir salgın ve kırım düzeni olarak kapitalizme karşı söz konusu olan sağlığımız ve hayatımızdır.

 

 

 


(1) TTB: Türkiye’de Sermayenin Sağlık Sektörü Hayali Gerçekleş(ebil)ecek mi? Sağlıkta Dönüşüm Programı 2003 Türkiye’sinde Halka ve Hekimlere/Sağlık Personeline Ne Getiriyor? Ankara: Türk Tabipleri Birliği Yayınları, 2003.

(2) Acar, S: Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm, Güvencesiz Çalışma ve Beyaz Yakalılar. Bursa: Dora Yayıncılık, 2020.

(3) Belek, İ: AKP’li Yıllarda Sağlık. İstanbul: Yazılama Yayınevi, 2020.

(4) “Akdağ: 7-9 Milyara Doktor Bulamıyoruz.” Erişim Tarihi: 28 Aralık 2020, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/akdag-7-9-milyara-doktor-bulamiyoruz-3549470

*Yazı ilk olarak Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi’nin hazırladığı “Toplumcu Seçenek: Pandemi” başlıklı dergide yayınlanmıştır. Erişim linki: https://t.co/icMjonq0mP

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR