Yabancılaşma – Emre Kırmızıtaş

tarafından tdh
0 Yorum Yap

Felsefe tarihi incelendiğinde yabancılaşma kavramı Hegel ile ortaya çıkmış gibi görünse de kavrama politik ve iktisadi bir içerik kazandırıp bütünlüklü bir çerçeveye oturtan Marx olmuştur. Marx’ın kapitalizm eleştirisinde oldukça önemli bir yer tutan yabancılaşma kavramı, sınıflı toplumlarda özellikle işçi sınıfının, ezilenlerin kendisiyle ve çevreyle kurduğu ilişkilerde yaşadığı, olumsuz anlamda uzaklaşma ve yine bu ilişkilerin bir çeşit deformasyonu olarak özetlenebilir. Emek üzerinden şekillendirdiği teorisini, insanın kendi doğasına, varlığına, ürününe yabancılaşması olarak tarif eder: “…işçi emeğiyle dışsal dünyaya, duygusal doğaya ne kadar çok sahip olursa, kendini iki bakımdan da yaşam araçlarından yoksun kılmış olur; ilkin, duyusal dışsal dünyaya gitgide onun kendi emeğine ait bir nesne olmaktan çıkar, sonra da dolaysız anlatımıyla yaşama aracı, fiziksel beslenme aracı olmaktan sürekli uzaklaşır” (Marx, 1844 El Yazmaları).

Yabancılaşma kavramının Marx’ın felsefesindeki yeri, üzerine tekrar tekrar konuşulması gereken, canlılığını koruyan bir konu olarak önemini sürdürüyor. Bu yazıda böyle derinlikli bir tartışmadan ziyade kavramı daha sınırlı ve pratik açıdan ele alıp, diş hekimliği gibi spesifik bir alanda bile birçok durumu açıklamak için kullanışlı olduğuna vurgu yapmaya çalışacağım. Kapitalizmin bugün aldığı biçim içerisinde, gerçeklik sonrası gibi tartışmaların da gösterdiği gibi yabancılaşma olgusu, direkt ideolojik ve politik sonuçları itibariyle de oldukça yoğun bir şekilde, birçok farklı perspektiften incelenmeyi beklemektedir.

Gelelim bize…

Meslekteki yabancılaşma diş hekimliği fakültelerine adım atıldığı anda başlamaktadır. Üniversiteden ziyade kişiyi piyasaya hazırlayan, sadece teknik eğitimle sınırlandırılmış, angaryanın kanıksandığı birer atölyeyi andıran fakülteler, bozulmuş hasta – hekim ilişkilerinin yeniden üretim merkezleri olarak bu silsilede yerini almaktadırlar. Böyle bir tornadan geçen diş hekimliği öğrencileri, bilimsel üretimin olmazsa olmaz şartı eleştirel düşünceyi bir kenara bırakıp mezuniyet sonrası için gerekli “uysallığa” sahip birer hizmet sağlayıcısı olarak piyasaya giriş yapmaktadırlar. Akademiye yönünü kıranlar ise başka türlü bir hiyerarşik düzenin içerisinde kendisini bulmaktadır. Liyakatin aranmadığı, kayırmacılığın, ispiyonculuğun sistemik hale geldiği, iktidar partisinin karakoldan hallice kurumlarına dönüşen fakültelerimizde akademik faaliyeti sürdürebilmek için öncelikle kişinin kendisine yabancılaşması dayatılmaktadır. Bu ortamda üretilen bilimsel ürünün niteliği ise dolaysız olarak diş hekimliği alanına dair düzenlenen bilimsel kongrelerde (içeriği bir yana “şeklen” bile incelendiğinde) kendisini ortaya koymaktadır.

Diş hekimi – halk sağlığı, diş hekimi – hasta ilişkilerinin yaşadığı dönüşüm yabancılaşmanın kendisini belirgin şekilde gösterdiği diğer alanlardır. Sağlığın metalaştırılması (“Sağlıkta Dönüşüm” bu sürecin önemli evrelerindendir) diş hekimliği özelinde büyük ölçüde tamamlanmış, belirli direnç noktaları dışında diş hekimlerinin çoğu bu sürece boyun eğmiş veya sürecin kolaylaştırıcısı olmuştur. Diş hekimlerinin büyük bir kısmı için toplumun ağız ve diş sağlığı üniversitede aldığı kredisi az olan bir dersten başka bir anlam ifade etmemekte, parasız ve herkes için ulaşılabilir sağlık talebi hayalcilik olarak anlaşılmakta, önleyici ve koruyucu hekimlik uygulamaları birkaç idealist diş hekiminin romantik uğraşları olarak görülmektedir. Sağlığın alınıp satılabilen bir meta haline gelmesiyle diş hekimleri ile hastalar arasındaki ilişkide ticari ilkeler referans alınmaya başlanmış, kibarlaştırmak için “hasta bağlayıcı” denilen simsarlar türemiş, sermayenin ihtiyaçlarına göre, herhangi bir bilimsel altyapısı olmayan yeni uzmanlık alanları (gülüş tasarımcısı, estetik diş hekimi vb.) yaratılmış ve inisiyatif piyasa güçlerine bırakılmıştır. Bütün bunların hastalara yansıması ise “paran kadar sağlık” dayatması olmuştur. Piyasalaşma ile eşgüdümlü ilerleyen sağlıkta gericileşme, içinden geçtiğimiz döneme özel başka bir gerçekliktir ve yabancılaşmayı iki yönlü derinleştirmektedir.

Yabancılaşmanın başka bir boyutu ise meslek odaları ve birlik ile üyeler arasında yaşananıdır. Geçtiğimiz hafta sonu Ankara’da TDB 17. Olağan Genel Kurulu gerçekleştirildi. Böylesi bir dönemde (örneğin görüşmeleri sürmekte olan “Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” isimli, hekimlerin çalışma güvencesinin hukuksuz güvenlik soruşturmaları aracılığıyla ellerinden alınması, meslek odalarının işlevsizleştirilmesi gibi çok ciddi sonuçları olabilecek bir yasa tasarısı gündemdeyken) ülkedeki bütün diş hekimlerinin gözünün kulağının bu genel kurulda olması gerekir diye düşünebilir insan. Oysa bırakalım genel kuruldaki görüşmelere, tartışmalara dair yoğun bir katılımı, ilgiyi, dar bir meslek örgütü bürokratları çevresi dışında odalara üye çoğu diş hekimi genel kurulun yapılacağından bile habersizdi. Bunun en büyük nedeni meslek örgütünün ve organlarının, çok kısıtlı bazı bireysel girişimler haricinde işlevsizleştirilmesi, adeta sosyal kulüplere dönüştürülmesidir. Meslek örgütünü, onun vasıtasıyla haklarını savunabileceği bir yapı olarak görmekten uzaklaşan diş hekimi, herhangi bir mücadele programından yoksun, ne söylediği belli olmayan, içeriksiz, şekilsiz birtakım listelerin yarıştığı böylesi bir sürece haliyle ilgisiz kalmayı tercih ediyor. Yalnızca seçimden seçime ve aidat zamanları üyesini hatırlayan, kırtasiye işleri yapıyor olmayı çalışıyor olmakla eşitleyen bu kurumlar, mesleğe ve meslektaşlarına yabancılaşmış, emek ve hak mücadelesinin önünde birer engel haline gelmişlerdir.

Emek gücünü satarak geçinmek zorunda olan diş hekimlerinin bugün içinde bulunduğu yalnızlık ve tükenmişlik durumları ile meslek örgütüyle yaşadığı bu yabancılaşma arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Herhangi bir hak kaybı veya emek gaspı ile karşılaştığında arkasında örgütlü bir gücün desteğini bulamayan diş hekimi piyasa karşısında kendisini yalnız hissetmekte, dayanışmaya ve birlikte mücadeleye olan zaten zayıflamış inancını hepten kaybetmektedir. Bireysel kurtuluş çözümlerine yönelip buradan da sonuç alamayınca derin bir tükenmişlik hali içerisinde kendisini bulmaktadır.

Bütün bu yabancılaşma sürecini ve onun beraberinde gelen tükenmişlik gibi olumsuz durumları tersine çevirebilmenin yolu şüphesiz mücadele etmekten geçiyor. Öncelikle bireysel kurtuluşun olmadığını kabul ederek ve doğru sınıfsal pozisyonu alarak işe başlamalıyız. Bu haliyle, yabancılaşmayı çözmek için odalardan doğru kendiliğinden bir hamle gelmeyeceğinden ötürü üyeler olarak bizler bu kurumlara baskı yapmalı, yönetim faaliyetlerine katılmalı, ücretli diş hekimleri olarak ağırlığımızı koymalıyız. Birtakım konjonktürel veya nesnel durumlar buna imkân vermiyorsa alternatif mücadele zeminleri yaratmalıyız. Sadece meslek örgütü özelinde değil, çalışma ortamlarımızda ve akademide de bunun yollarını aramalıyız. Özellikle fakülteler bu zincirin ilk halkası olduğu için üzerinde ayrıca durulmasını hak ediyor. Bir diğer zorunluluk ise ağırlığı gün geçtikçe artacak günümüz kriz koşullarında çaresiz kalmamak için dayanışma ağlarının kurulması gerektiğidir. Daha şimdiden atanamayan veya işsiz diş hekimleri gibi bir gerçeklik kendini göstermeye başlamışken özellikle bu konuda elimizi çabuk tutmalıyız.

Özetle kolay çözüm veya hazır reçete yok. Sınıf mücadelesine omuz verip onu yükseltmedikçe bu cendereden çıkış da yok.

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR